Bu, hem yeni yolculuklara hazırlananlara yaşayanların ağzından tecrübe aktarımı olur, hem de bu tip gezginler çıktıkları yolculuklara her yönden nasıl hazırlanıyor bunların anlatımı sağlanmış olur. O zaman röportajımıza geçelim.
Öncelikle sizi tanıyalım biraz.Şu ana kadar neler yaptınız, nasıl bir hayat yaşadınız ve şu anda nasıl bir hayatın içindesiniz ? Arkadaşlarınızın arasında profesyonel öğrenci olarak anıldığınızı biliyorum sizden bunu duymak isteriz 🙂
Hikaye aslında çok klasik. Her gün okula gidip dönüşte çantasını kapıdan eve atarak sokaklara oynamaya çıkan bir çocuk olarak yetiştim. Bisiklet denen mevzuyu çözdüğümde ise mahalle aralarında, zaman zaman ana yollarda hep bir yerlere gittim döndüm. Lise sonrası malum üniversite sınavına katılıp Ankara Üniversitesi Veteriner Hekimliği Fakültesinde okuma hakkını elde ettim. 4 sene Ankara'da yaşadıktan sonra İzmir'e geri döndüm. Seyahatime başlayana kadar bilişim firmasında proje yöneticiliği, tercümanlık, ithalat koordinatörlüğü ve son olarak tatil fotoğrafçılığı gibi alakasız işlerle meşgul oldum. Seçtiğim işlerin avantajları sebebiyle sürekli bir yerlere gitme şansını yakaladım. Bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum.
Mesleğimi soran herkese “profesyonel öğrenci” olduğumu söylüyorum. Genelde insanları şaşırtan bir cevap ama benim için doğrusu bu. 10 sene boyunca 4 farklı üniversiteden eğitim almak bu espriyi ortaya çıkardı. Tüm hayatımız boyunca sürekli öğrenerek aslında birer öğrenci olmuyor muyuz? Öğrenciliğin okullu olmakla kısıtlanacak bir kavram olduğunu düşünmüyorum. Ne zaman ki öğrenci olduğunuzu reddetmeye başlarsınız, o andan itibaren olduğunuz yerde kalırsınız.
Peki içinizdeki bu gezme aşkı nereden gelmekte? Yılların planları mı yoksa “artık yeter” deyip de bir anda alınan kararla mı gezmeye başladınız.?
Yılların birikimi de denebilir. Sürekli olarak gidilen yerler ve dönüşler söz konusuydu. Okul gezileri, bisiklet turları, motosiklet kaçamakları hep sınırlı zamanı kaplıyor ve geri dönüşü barındırıyordu. Yıllar yıllar boyu dünyayı tanıma merakı büyüdü durdu. Bu durumu yaratan birkaç isim var aslında. Tarihi gezginimiz Evliya Çelebi, modern Çelebi Barış Manço, rüzgara kendini bırakan denizcimiz Sadun Bora ve Atasoylar gibi isimler hayranlık uyandırdı. Gördüklerini, anladıklarını okumak, izlemek bir noktadan sonra ağır meraka dönüştü. Askerlik dönüşü artık yola çıkma vakti geldi dedim. Ertelemenin anlamı kalmamıştı. Çantamı topladım ve yola düştüm.
Gidip görmek istediğiniz yerleri neye göre seçiyorsunuz, özellikle bir nedenden dolayı mı yoksa bu sefer de buraya gidelim mantığıyla mı?
Çok fazla plan yapmaktan kaçınıyorum. Yola çıkınca anladım ki plan yapmak işe yaramıyor. Gideceğim kıtayı ve ilk varış noktasını seçtikten sonrası tamamen doğaçlama gelişiyor. Havanın durumuna göre, yolda karşılaştığım insanlardan aldığım bilgilere göre, o anki ruh halime göre rota kendiliğinden oluşuyor. Çoğunlukla nereye gittiğimi bilmez halde yola devam ediyorum. Eğer nereye gittiğinizi bilmiyorsanız asla kaybolmazsınız.
Balkanlarda küçük bir komünde kalmıştınız. Sahibinin de ünlü bir yazar olduğunu biliyorum. Orada hayatınızı nasıl sürdürmüştünüz, isteyen herkes gidip kalabilir mi?
Sırbistan'ın Rudnik dağının eteklerinde 100 yıllık bir köy evi aslında kaldığım yer. Sahibi Balkan coğrafyasında oldukça ünlü yazar ve tiyatro oyuncusu Bozidar Mandic. Porodica Bistrih Potoka olarak bilinen sanat komünü dileyen herkese açık bir yer.
Fazlasıyla mütevazi ve basit bir yaşam tarzına sahip. Su ihtiyacı yakında bulunan kaynaktan tedarik ediliyor. Teknoloji anlamında sadece odalarda bulunan ampuller ve eski tip bir radyo var. Yaşam paylaşım üzerine kurulu. Günlük rutin işler var yapılması gereken. Mevsime göre farklılık gösteriyor. Kış mevsiminde günlük odun kesmek, kar küremek dışında yapılacak pek bir şey yok. Amaç olabildiğince basit bir yaşam tarzına sahip olmak. Böylece sanatsal üretime fazlasıyla zaman ayrılabiliyor. Oldukça sessiz ve sakin bir yer.
Dürüst olmak gerekirse herkesin hoşlanacağı veya rahat edeceği bir yer olduğunu söylemek güç. Yemek pişirmek için odun sobasını kullanıyorduk. Banyo yapmak için (kış olduğundan dolayı) donmuş deredeki buzları kırıp taşıdığımız suyu sobada ısıtıyorduk. Yaz mevsiminde hayat çok daha kolay ve keyifli tabii. Sürekli gelenler gidenler oluyor. Bunların arasında çok ünlü yönetmenler, oyuncular, yazarlar da var.
Şu anda gezinize Fransız Sandrine Chamussy ile devam ediyorsunuz, Kendisiyle karşılaşmanız ve beraber yürümeye başlayışınızı anlatabilir misiniz?
Sandrine bir arkadaşı ile birlikte Fransa'dan yola çıkıp yürüyerek 1 senede Sırbistan'a vardı. Yürüyerek dediğimde çoğu kişi garipsiyor fakat herhangi bir araç kullanmadan adım adım seyahat ettiklerini belirtmek istiyorum. Sırbistan'a varmadan önce yol arkadaşı ile ufak tefek konularda ayrılık yaşamışlar. Sırbistan'da ise yollarını ayırmışlar. Belgrad'ta bulunan ortak bir arkadaşımız Sandrine'e benim kaldığım yerden bahsetmiş. Sandrine beni arayarak Rudnik'teki komünde bir süre kalmak istediğini söyledi. Böylece tanıştık kendisiyle. 1 ay birlikte vakit geçirdikten sonra şakayla karışık “Tiran'da yaşayan bir arkadaşım var, onu görmeye gidelim mi?” diye sordum. Benim planım otostop veya trenle yolculuk yapmaktı. Sandrine de bana “Buraya kadar yürüyerek geldim, aynı şekilde devam edersek olur.” dedi. Yola çıkmış gezgin için her fırsatı değerlendirmek önemlidir. Seve seve kabul ettim. Bir haftalık hazırlıktan sonra yola çıktık. Sırbistan'dan Makedonya'nın başkenti Üsküp'e kadar adım adım yürüyerek 1000 küsür kilometre yol katettik.
Seyahat şekliniz yürüyüş ve çadırda kalmak üzerine olduğunu biliyorum.Bunun artıları ve eksileri üzerine neler diyebilirsiniz?
Yürümek insanlığın unutmaya başladığı bir eylem. Modern yaşam ayaklarımızı kullanmamızı engellemek ve bizi olduğumuz yere bağlı tutmak üzerine kurulu. Özellikle şehirlerde doğup büyüyenler yürümenin ne olduğunu tamamen unutmuş durumda. En büyük artısı yürüyen kişi çevresinin farkına varır. Oldukça yavaş bir seyahat şekli olması benim en sevdiğim yönü. Arabayla 2 saatte gittiğiniz yolu yürüyerek 1 haftada katedersiniz. Yürümek herhangi bir zihinsel aktivite gerektirmediği için duyularınız keskinleşir. Düşünmeye, fikir üretmeye ve kendinizi, hayatı, olan biteni sorgulamaya bolca vaktiniz olur. Geçtiğiniz yerlerin kokusunu alırsınız. Çevreyi dinlersiniz. En ufak ayrıntıları görmeye başlarsınız. En güzeli de dünyaya ve yaşama dokunursunuz.
Yolculuğumuz boyunca çoğunlukla vahşi kampçılık yaptık. Bunun en kısa tanımı uygun bulduğun herhangi bir yere çadırı kurup sabah erkenden yola çıkmaktır. Bazen bir tarlada, eski bir evin duvar dibinde, yol kenarında ve hatta bir köyün meydanında, turistik bir kasabanın sokağında çadır kurduk.
Çadırda konaklamak bir çok kamp sever için büyük keyiftir. Hafta sonu yapılan doğa yürüyüşlerinde bir kaç gece çadırda kalmak ile aylarca yürüyerek çadırda konaklamak arasında büyük fark var. Gün batımından önce çadır kuracak uygun bir yer bulmak gerekiyor. Gittiğiniz yeri bilmediğiniz için her şey doğaçlama gelişmekte. Çantanızda taşımak zorunda olduğunuz yemek, su, pişirme seti gibi malzemeler de ağırlığınızı arttırmakta. Gün geliyor 3-4 gün hiç kimseyi görmeden yol alınıyor. Bunlar çadırla yaşamanın zorlukları.
Yürümenin zorlukları ise keyfinden fazla diyebilirim. Öncelikle çok sıkıcı bir aktivite. Tüm gün boyunca adım atmak, 4-5 km/saat hızla yol almak kesinlikle sıkıcı bir hal alabiliyor. Yapacak pek bir şey olmadığı için insan yol boyunca kendisini sorgulamaya başlıyor. Kendinizle yüzleşmek, kendinizi tanımak için en iyi yöntem olsa da insanlar bundan pek hoşlanmazlar. Her sabah uyandığınız yerden ayrılıp bilmediğiniz yerlere ulaşmak zihinsel olarak yorucudur. Sürekli yer değiştirmek, nereye gittiğinizi, neler göreceğinizi bilmemek stres sebebi olabiliyor. Bu ve daha başka sebepler yüzünden yürüyerek yola çıkanların %90'ı bir kaç ay sonunda yürümekten vazgeçiyor.
Ayrıca Atlantik okyanusunda yelkenliyle seyahat ettiniz.İnsana garip bir gerginlik vereceğini hatta koca okyanusun korkutabileceğini düşünüyorum.Okyanus seyahati boyunca en göze çarpan neler yaşadınız?
Korkutucu olmaz olur mu? Koca okyanusta 20 metrelik bir teknede günlerce yol almak bambaşka bir deneyim oldu. En yakın kara parçası uçakla bile 4-5 saat mesafede. Zaman zaman bunu düşünmek bile korkutucu oluyor. Düşünsenize okyanusun ortasında kolunuzu kırdınız, düştünüz ve burnunuz kırıldı veya apandisit patlamak üzere… Ambulans çağırayım, 10 dakikada hastaneye gideyim, tedavi olayım gibi imkanları düşünmek bile saçmalık. Daha da vahimi gece ya da gündüz bir sebeple tekneden düşerseniz yaşama şansınızın çok düşük olduğunu bilmek. Tüm bunları zihninizde tutup yola devam etmek bambaşka bir deneyimdir.
Okyanusta balinalarla karşılaşmak benim için eşsiz bir deneyimdi. Ne kadar da büyük ve sakin olduklarını görmek beni çok şaşırttı.
Okyanusun ortasında yüzmek ise kişisel olarak kendimi aştığım andır. Yüzme konusunda pek iyi ve rahat olduğum söylenemez. Okyanusun dalgalarına kendimi bırakmak için bir kaç gün uğraşmam gerekti.
Tam yolumuzun ortasında bir kaç gün içinde sırayla tüm yelkenleri kaybettik. Biri yırtıldı, diğeri komple kopup okyanusa uçtu, diğerinin direğinde sorun çıktı ve kullanamadık. Üstüne motorun pervanesine de kopan bir yelken dolanınca 3 gün 3 gece boyunca dev dalgalara bıraktık kendimizi. Ne yelken ne motor hiç bir şey kullanamadık. Telsizle iletişim kurmanın hayal olduğu bir konumda öylece bekledik çözüm bulmak için.
Bu süre boyunca sorunlara sakin ve kararlılıkla yaklaşmayı, sakince beklemeyi öğrendim diyebilirim.
Şu anda da Venezuella'da Warrao yerlilerinin bulunduğu bir deltada gönüllü olarak çalışmaktasınız.Eminim ki artıları ve eksileri vardır ama bence keyiflidir 🙂 Yerliler, hayatları ve oradaki yaşamınızı nasıl anlatırsınız. ?
Venezuela'da bulunan Orinoco Delta'sındaki kampta gönüllü çalışıyoruz. Turistik bir kamp olmasına rağmen oldukça yerel tarza sahip. Burada günlük işlere yardımcı oluyoruz. Web sitelerini yenilemekle meşgul oluyorum.
Deltada tek ulaşım nehirdeki kano ve motorlu tekneler. Çevremiz yağmur ormanları ile kaplı. Binbir türlü kuş, börtü, böcek var. Nehirde yüzmek oldukça keyifli fakat kanayan bir yaranız var ise pirana saldırısı kaçınılmaz. Bunu bile bile suya girmek ürkütücü diyebilirim. Birkaç gün önce odamda bir köşede avuç büyüklüğünde garip bir örümcek gördüm. Dokunmadan bir şekilde plastik torbaya koyup yerlilere gösterdim. Tepkilerini görünce anladım ki bu örümcek pek tekin değil. Dediklerine göre oldukça agresif ve öldürücü zehire sahipmiş. İnsanın dahi üstüne zıplayıp ısırabilirmiş. Ve ısırdığı zaman bir kaç saat içinde ölüme sebep olurmuş. Normal şartlarda insanın olduğu yerlere yanaşmayan bu tür bir şekilde odama kadar girmiş. Şanslıyım ki gündüz farkettim.
Her akşam uyumadan önce yatağın her köşesini kontrol ediyorum. Tarantula, yılan vs… olabilir. Her sabah kıyafetlerin her noktasını kontrol etmeden giymek oldukça tehlikeli bir davranış olarak kabul ediliyor. Bütün bunlara rağmen alışkanlık edinmek oldukça kolay.
Delta'da yaşayan Warao yerlileri ise oldukça ilginç bir yaşam tarzına sahip. Evleri duvardan yoksun, çatıları palmiyelerden örülü ve hamakta uyuyorlar. Warao kano insanı anlamına geliyor. Kendilerine has kanoları var. 4-5 yaşındaki çocukları nehirde kano üstünde yalnız görmek mümkün. Yaşamları oldukça basit fakat çok özel. Kendilerine özgü dilleri var. Şaman olan Warao yerlileri yaşadıkları doğayla savaşmak yerine bir parçası olmayı benimsemişler. Kaldığım yerle ilgili detaylı bilgiyi www.orinocodelta.com adresinden alabilirsiniz.
Seyahatimi izlemek ve desteklemek isteyenler için blog adresim www.drummerlizard.com